2 Mayıs 2015 Cumartesi

İMANA Düşman OLANLAR

59 — «De ki ey ehli kitab, sizin bizden hoşlanmayışınızın yegâne sebebi; bizim Allah'a, bize indirilene ve daha önce indirilenlere inanmış olmamız ve sizin çoğunuzun fasık oluşunuzdan başka bir şey değildir.»

60 — «Allah katında bundan daha kötü bir cezanın bulunduğunu size haber vereyim mi?» de. Onlar, Allah'ın lanet ve gazab ettiği içlerinden maymunlar, domuzlar yaptığı kimselerle şeytana tapanlardır. İşte bunlar mevki bakımından daha fena ve düz yoldan daha sapkındırlar.»...

Allahü Taâlânın Yüce Resulüne ehli iktaba tevcih etmesini bildirdiği bu sual, bir yandan ehli kitabtan bilfiil vuku bulan bir durumun tesbiti ve onların müslümanlara, müminlerin ibadet ve namazlarına karşı takındıkları tavrın gerçek âmillerinin açıklanması için takriri bir sual olduğu gibi, diğer yandan da istinkâri bir sualdir. Çünkü onların durumunu istinkârî şekilde kötülemekte ve onları böyle hareketlere sevkeden âmillerin fenalığını belirtmektedir. Bütün bunların yanısıra da müslümanları şuurlanmaya sevketmekte ve onlarla olan dostluklardan nefret ettirmektedir. Daha önce geçen üçlü sesleniş ile belirtilen yabancılarla dostluktan nehyedilme durumunu bir kere daha takviye etmektedir.

Gerek Resûlullah (S.A.)ın devrinde, gerekse bugün yeni den başlayan islâmi diriliş merhalesinde ehli kitabın müslümanlardan hoşlanmayışının yegâne sebebi; müslümanların Allah a. Allah ın müminlere inzal buyurduğu Kur’ana vc Kur’anın tasdik ettiği daha önce gelmiş kitaplara inanmış olmalarıdır.

Bunlar, müslümanlara sırf müslüman oldukları için düşmanlık etmektedirler. Müslümanlara sırf yahudi veya hıristiyan olmadıkları için düşmandırlar. Ayrıca, kendilerine ehli kitap adı verenler fâsık güruhu olup, Allah’ın indirdiği hükümlerden tamamen inhiraf etmişlerdir. Fâsıklıklarının ve inhiraflarının delili ise kendi yanlarında bulunan kitabı tasdik edici olarak gelen —uydurdukları ve tahrif ettikleri kitabı değil
en son Resûle inanmamış olmalarıdır. Bu gelen son risâlet bütün Peygamberleri ve Peygamberlik müessesesini hürmetle karşıladığı gibi onları tasdik de etmektedir.

Kendilerine ehli kitab adı verilen bu kimseler Medine’de bir İslâm kitlesi, bir İslâm hareketi doğmaya başladığı, müslümanların özel bir şahsiyet halinde temayüz ederek müstakil bir varlığa sahip oldukları demden beri tam on dört asır boyunca bu ardı arkası kesilmez, acıları dinmez savaşları açmışlardır. Müslümanın şahsiyeti müstakil bir dinden, hür bir düşünceye sahip olmalarından, kendilerine has bir nizama bağlı bulunmalarından doğmaktadır. Beliren bu şahsiyet yegâne nizam olan Allah nizamının gölgesinde teşekkül etmektedir.
Onlar müslümanlara karşı giriştikleri bu savaşı sırf —ve her şeyden evvel— müslüman oldukları için sürdürmektedirler. Müslümanları dinlerinden döndürmedikçe de bu savaşın ateşini söndürecek değildirler. Müslümanlar islâmın dışına çıktıkları zaman ancak bu savaşın külleri soğuyabilir. Dolayısıyla da gönülden müslüman olup hakka bağlanan doğru yolda yürüyenleri sevmezler. "

~ AlIahu Teâlâ bu gerçeği kesin ve kati bir şekilde belirtiyor. Yüce yaratıcı Peygamberine bir bâşka sûrede şöyle hitâp ediyor. «Sen onların dinine tabi olmadıkça, yahudi ve Hıristiyanlar  senden asla memnun kalmazlar. .» Bu sûreî celîlede de, ehli kitabı bu kötü duruma sevkeden amilleri açıklayarak tutumlarının esas sebebini belirterek gerçeklerle yüz yüze getirmesini  bildiriyor:

«De ki ey ehli kitap, sizin bizden hoşlanmadığınızın yegâne sebebi bizim Allah'a, bize indirilene ve daha önce bildirilenlere inanmış olmamız ve sizin çoğunuzun fasık oluşunuzdan başka birşey değildir»...

Yahudi ve Hıristiyanlar bugün bu açık gerçeği tahrif etmek. yozlaştırmak hatta kökten söndürüp kapatmak istiyorlar. Çünkü onlar bu İslâm vatanında yaşayan insanları —veya daha doğru bir tabirle bir zamanlar müslümanların yaşadıkları memleketlerin sâkinlerini— aldatmak ve islâmın sağlam Rabbanî nizamı ile yerleştirmiş olduğu uyanık duyguyu uyuşturmak istiyorlar. Zira bu şuur hâleti uyanıklığı ile devam ederse Islam ülkelerinin hiçbir yerinde sömürgecilik hareketinin devam etmesi bir yana Hıristiyan sömürüsünün İslâmî direniş hareketine karşı durması bile mümkün olmayacaktır... Durum bu olunca —ardı arkası kesilmeyen haçlı savaşları ve sonu gelmeyen misyonerlik hareketleriyle başarıya ulaşmayıp yenildikten sonra— aldatma ve uyuşturma yoluna gitmekten başka çareleri kalmamıştır. Dolayısiyle müslümanların vârislerine hoş görünüp, onları alkışlayarak «din dâvasının sona erdiğini, din için yapılan savaşların artık çok gerilerde kaldığını» uyuşturucu bir morfin halinde empoze etmek kalıyordu. Onların iddiasına göre, «din için yapılan savaşların geçtiği devreler bütün dünya milletlerinin hayatında karanlıkların hâkim olduğu muayyen bir devreden ibarettir. Sonra dünya aydınlandı ve ilerledi» (!) bu ileri dünya milletleri arasında artık akide esası üzerine mebnî bir savaşın yayılması normal olmadığı gibi, milletlerin ilerlemesine ve gelişmesine de yarayan yersiz bir harekettir. Bugünkü savaşlar maddeler üzerinde yapılmaktadır. Bugün savaş sömürge~Düzenleri~açık pazarlar ve ham madde kaynakları üzerinde yürümektedir. Bunun dışında bir din savaşı yoktur. Binaenaleyh müslümanların da —yahut müslümanların'vârislerinin de— bir dinî düşünce ve ideoloji esasına dayalı din savaşına girişmeleri doğru değildir (!). Müslüman memleketleri sömüren yahudi ve Hıristiyanlar^ bu morfinle^müslümanları uyuttuklarına inandıkları ve müslüman vicdanlarda din dâvası çözülüp yok olduğu zaman bu sömürgeci emperyalistler müslümanların Allah’a ve âkideye- dayalı duygularından "emin olacaklar ve bundan sonra her iş kolaylaşacaktır...Bu hareketleriyle sadece itikad savaşını kazanmakla kalmayacaklar, bunun gerisinde ham madde kaynakları, üretim imkânları, ganimetler ve sömürgeler kazanacaklardır. itikad savaşında galibiyeti elde ettikten sonra madde savaşında da doğrudan doğruya muzaffer olacaklardır. Çünkü madde ile itikad birbirine çok yakın şeylerdir...

İslâm memleketlerinde Hıristiyan ve Yahudilerin kuklaları veya bu emperyalistlerin gizli açık muhtelif yerlere yerleştirdiği oyuncakları da aynı şeyi söylüyorlar... Ve aynı iddiayı serdediyorlar. Çünkü onlar hudutların içerisinde üzerlerine düşen vazifeyi yerine getirmek için satılmış uşaklardır. Bu satılmışlar «haçlı savaşlarından söz ederken» bile onların haçlı zihniyeti ile yapılmadığına inandırmak için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Bu arada itikad sancağı altında savaş meydanlarında can veren müslümanların da müslümanlık zihniyeti ile hareket etmemiş^olduklarını, sadece ırkçı ve milliyetci duygularla hareket ettiklerini söylemektedirler-~-—

Üçüncü bir grup daha var. Bunlar da aldatılmış gafiller güruhu. Haçlıların torunları emperyalist batı dünyasından seslenerek geliniz birleşelim, dost olalım ve dine karşı olan imansızlık cereyanını ve Allahsızlık gailesini defedelim diye çağırmaktadırlar. Bu gafil ve aldatılmışlar grubu o haçlı hıristiyanların torunlarının defalarca müslümanlarla yüz yüze geldikleri zaman Allahsızlarla birleşerek tek bir saf halinde savaştıklarını. asırlar boyu aynı savaşı devam ettirdiklerini ve günümüzde bile bu savaşı sürdürdüklerini unutmaktadırlar. Bunlar bilmiyorlar ki, haçlı zihniyetini Allahsızlık cereyanı ile savaşmak İslâm'la savaşmak kadar yormuyor. Çünkü iyice biliyorlar ki, materyalist ateizm gelip geçici bir modadır ve muvakkat bir düşmandır. İslâmiyet ise değişmeyen esaslı bir düşmandır. Bu gafiller ve aldatılmışlar ileri sürülen bu iddiaları ile perde arkasından İslâmî diriliş hareketinin yeniden doğuşunun başlamakta olduğu şu günlerde uyanış hareketini baltalamak istemektedirler. Bunu baltalarken de kendilerinin enerjilerinden faydalanmaktadırlar. Çünkü Allahsızlarla savaşta âlet onlar olmaktadır. Ve bilmektedirler ki, bu aldatılmış gafiller gürûhu da netice itibariyle siyasî emperyalizmin düşmanlarıdırlar. Durum ne olursa olsun, onlar da, bunlar da islâma ve müslümanlara karşı bir savaş içerisindedirler. Bu savaşta müslümanın kuvveti sadece o rabbani nizamın terbiye edip yetiştirdiği idealizmdir.

Kuklaların aldattığı ve doğrulayarak alkışladıkları bu gafiller, ehli kitabın gerçekten iyi niyetli olduklarını sanmaktadırlar. Çünkü ehli kitap dine karşı büyük bir cereyanı temsil
eden ateizm’i def etmek için dostluk ve yardımlaşmaya çağır maktadırlar. Binaenaleyh‘samimidirler! Ama bunlar böyle bir zanna kapılırken istisnasız on dört asırlık koca bir tarihin vakalarını unuttukları gibi bu hususta yüce Rablarının verdiği kati emirleri ve prensipleri de unutmaktadırlar. Allah'ın bu konudaki emirleri kaçamak imkânı bırakmaz. Gönüllerde Allah'a güven duygusu ile söylenilen şeylerin ciddiyeti imkânsız birleşemez.

Bu nevi iddiaları serdedenler bir takım prensipleri parçalamakta ve işlerine geleni almaktadırlar. Ehli Kitap’la iyi geçinmeyi hareket ve yaşayışda müsamahayı emreden Kur’an âyetlerini ve Peygamberin hadislerini kendilerinin sözlerini takviye edecek şekilde alt alta getirmektedirler. Bunun yanı sıra onları dost edinmekten katı şekilde nehyeden İlâhî emirlerden gafil davranmakta, onların esas duygularını açığa çıkaran İslâmî hareketin metodunu ve nâzım plânını belirten sarih nassları unutmaktadırlar. Zira bu hükümler ehli kitapla yardımlaşma ve dostluğu kökten yasaklamaktadır. Çünkü yardımlaşma ve dost ^edinme bir müslümanın nazarında sadece ve sadece din esası üzerinde Allah nizamını ve sistemini pratik hayata hâkim kılma ^hususunda olabilir. Meydanda bir müslümanla kitap ehli bir yahudi ve Hıristıyan arasında üzerinde birleşecek ortak bir bağ ve kaide yoktur. Müslümanın kendi dini ile o dinlerin esasları arasında tahrif olmadan önceki şekli ile bir birlik ve bağ bahis mevzuu olabilirdi. Aslında ehli kitap müslümanlara sırf bu dinden dolayı düşmanlık beslemektedirler. Müslüman dinini terketmediği müddetçe hiçbir yahudi ve Hıristiyan ondan memnun kalmaz... Nitekim bu hususu âlemlerin yüce Rabbı kendi kitabında belirtmektedir... Bu nevi hareketlere tevessül edenler Kur'an’ı ikiye bölmekte, parçalamaktadırlar. Kendilerini temize çıkarmak için ahmakça ve gafilce ileri sürdükleri iddialarına uygun düşen âyetlerin bir kısmını diledikleri şekilde almakta ve yanlış iddialarına uygun düşmeyen, onları kökten reddeden hükümleri de terketmektldirler.

Bu hususta biz o aldatılmışların veya aldatıcıların laflarına kulak asmaktansa Allah'ın kelamını dinlemeyi tercih ederiz. Bu
hususta Allah'ın kelâmı ise kesin, açık, parlak ve aydınlık şekli İle meydandadır.

Bu konuda Allahü Tealâ’nın —ehli kitabın müslümanlardan hoşlanmayışlarının sebebi olarak müslümanların Allah’a kendilerine indirilene ve daha öncekilere indirilmiş olan kitapları İnanmış olmaları hususunu takrir ettikten sonra— geriye kalan sebebi açıklarken ifade ettiği şu cümle üzerinde kısaca duracağız.

"Ve sizin çoğunuzun fasık oluşunuzdan başka birşey değildir*...

Onları bu harekete sevkeden sebebin bir bölümü işte bu tanıklıklarıdır. Fasıklık o illete müptela olan insanı doğru yolda olan kimseye karşı istemezliğe sevkeder. Bu husus realitelere tıpatıp uyan psikolojik bir kaidedir. Bunu Kur an âyeti hayretengîz bir şekilde tesbit etmektedir. Doğru yolu yitirmiş olan sapkın kimse doğru yolda yürüyen bir kişiyi görmek istemez/ Zira doğru yolda yürüyen bir kimsenin bulunması ona devamlı olarak fasıklığını ve sapıklığını iş’ar eder. O tıpkı ayakta duran bir şahit gibidir. Ve her an kendisinin fasıklığını ve sapıklığını dile getirmektedir... işte Bûnun için bir fasık doğru bir kimseden hoşlanmaz. nefret eder. Aslında onun doğruluğundan nefret etmektedir.samîmiyetinden hoşlanmamaktadır. Binaenaaleyh onu da kendi yoluna çekmek için var kuvvetiyle çalışır. Bunu temin edemezse temizlemek için elinden geleni yapar.

Bu sürekli kaide, Medine 'deki ehli kitabın müslüman topluluğa karşı takındığı tavrın da ötesinde bütün ehli kitaba şamildir. Hatta kaide bunları da geçerek hangi topluluktan olursa olsun fasık kimselerin, sapıkların doğru yolda olanlara, samimiyet sahiplerine karşı takındığı tutumu ifade eder. Şirretli kimselerin bulunduğu cemiyetlerde samimi insanlara karşı fasıkların yer ettiği, cemiyette doğru yolda olanlara karşı yolunu yitirmişlerin göründüğü toplumlarda doğru yolda olanlara karşı giriştikleri arkası gelmez ebedi bir savaştır Aslında bu savaş Kur’anı Kerîm’in ifade ettiği ve hayretengîz şekilde kısaca tasvir ettiği bu ana kaideye istinad eden tabii bir durumdan doğmaktadır ..

Allahü Tealâ çok iyi biliyor idi ki, hayır; mutlaka şerden fenalıklar görecektir. Hak, daima bâtılın düşmanlığı ile karşılaşacaktır. Doğruluk; daima fasıkların kinini artıracaktır. Samimiyet; elbette* sapıkların hasedini üzerine çekecektir.

Yine AllaHuTeâla'çok iyi biliyor idi ki, hakkın, hayrın, doğruluğun ve samimiyetin mutlak şekilde kendi nefsini müdafaa etmesi ve şer. batıl, fasıklık ve sapıklıkla kesin bir savaşa girişmesi şarttır. Ve bu savaş kaçınılması mümkün olmayan bir savaştır. Hak ehlinin bâtıl gürûhuna karşı mutlak şekilde vermesi gereken bir savaştır. Bu savaşı vermeden hak ehli olmak imkânsızdır. Çünkü bâtıl daima ona hücum edecektir. Bu savaşa katılmadan da hayır yolunun yolcularının bâtılın hücumundan kendisini koruması imkânsızdır. Zira, kendi bâtılı devirmezse o kendisini devirmeye çalışacaktır.

Gaflet, hem de ne büyük gaflettir!.. Hayır, hak, doğru ve samimiyet ehlinin batıla, şerre, fasıklığa ve sapıklığa karşı savaşmadan karşı duracaklarını sanmaları, onlarla bir sulh ve anlaşma imkânlarını bulacakları zannetmeleri en büyük gaflettir. Hak ve samimiyet ehlinin hurafe ve hilelere aldanıp teslim olacaklarına duygu ve hazırlığa dayanan kesin bir savaşa hazırlanmaları daha iyidir. Çünkü o zaman onlar yenilmiş, yenilmiş ve yok olmuş olacaklardır...

Daha sonra Kur’an-ı Kerîm'in akışına uyarak Allahü Telâ’nın yüce Resûlünü ehli kitabın müslümanlardan hoşlanmayışlarının esas sebeblerini açıldığa kavuşturup kötüledikten sonra gelen tevcihâta devam ediyoruz. İşte görüyorsunuz ya Allahü Tealâ burada onları eski tarihleri ile yüz yüze getirmekte, Rablerine karşı tutumlarını ve sonunda elim bir âkibete dûçar olmalarını anlatmaktadır:

«Allah katında bundan daha kötü bir cezanın bulunduğunu size haber vereyim mi? de. Onlar Allah'ın lânet ve gazap ettiği içlerinden maymunlar, domuzlar yaptığı kimselerle puta tapanlardır. İşte bunlar mevki bakımından daha fena ve düz yoldan daha sapkındırlar.»...

PUTÇULAR

Şimdi burada Allahü Tealâ bize Yahudilerin durumuyla birlikte, Yahudi tarihinden örnekler sunuyor.

Allah'ın telin ettiği ve gazap ettiği kimseler onlardır. İçlerinden maymunlar ve domuzlar yaptıkları onlardır. Putlara tapanlar onlardır...

Allah'ın onları lanetlediği ve gazabına müstahak kıldığı hususundaki kıssalar Kur’anı Kerîm’in muhtelif yerlerinde geçmektedir. İçlerinden bir kısmını domuz ve maymun yapması hususu da yine muhtelif yerlerde zikredilmiştir. Şeytan veya putlara tapınma meselesine gelince bu hususun biraz açıklanması gerekmektedir. Çünkü bu mevzuun sûrenin akışı içerinsinde kendisine has bir önemi vardır.
(). kelimesinin ifade ettiği put veya şeytan; sulta hakkını Allah’tan almayan her türlü idare tarzı Allah’ın şeriatının üzerine kaim olmayan her türlü hüküm, Allah'ın hakkına tecavüz eden her çeşit düşmanlıktır... Allah'ın ülûhiyetine, hâkimiyetine ve sulta hakkına karşı gelmek ise zulmün ve haddini, bilmezliğin en çirkin ve şeni şeklidir. Ve bu hareket hem lafız itibariyle hem de mana itibariyle tamamen tagut kelimesininn muhtevası içerisine girer. Ehli kitaba gelince bunlar hahamlarina ve rahiplerine ibadet ediyor değildiler. Ancak Allah’ın şeriatını bırakıp onların koydukları prensiplerin peşinde gittikleri için Allahü Tealâ onları peşinde gittikleri kimselerin kulları olarak isimlendiriyor. Ve müşrik ünvanını veriyor onlara. İşte burada tağut kelimesiyle kastedilen mana da budur. Yani onlar haddini aşan zâlim tağuta kulluk etmektedirler. Allah’ın hakkını tecavüz eden zâlim idarelerin kullarıdırlar. Haddi zatında onlar idare eden kimselere secde ve rükû manasıyla birlikte ibadet etmiyordular. Ancak taât ve ittiba şekli ile kulluk ediyorlardı. Ve bu hareket de sahibini Allah'a kulluk hududundan ve Allah'ın dininin çerçevesinden dışarıya çıkarır1...
1. Bakın» Paklatan Islâm Cemaati R(U Ebnl Alt El Mevdûdl'nin «Knr’an’da Dört IfcMr» Kitabının «İbadet böttmUne», müellifin, «Din Dediğin Budar» adlı kitabının «yegâne — re -♦-**— ılimtıırrı‘ntıı hususiyetleri» adlı eserinin «tevhld» bölümleri einiti.il Kur'an, C: 4 — F: 21




 Allahü Tealâ yüce Resulünü ehli kitabın bu tarihleri Ue yüz yüze getirmesini bildiriyor ve bu tarihleri boyunca Allah katından lâyık oldukları cezalan zikrediyor. Ve onlara da büdirme-sini söylüyor Haddi zatında onlar tek bir cibilliyete sahip olduk-lan gibi uzun tarihleri boyunca da tek bir neslin fertleridirler. Hazreti Peygambere o ehli kitabın âkıbetini çok şerli bir âkı-bet olduğunu açıkça yüzlerine söylemesini büdiriyor:

«Allah katında bundan daha kötü bir cezanın bulunduğunu size haber vereyim mi?»...

Bu cezanın yamnda ehli kitabın müslümanlardan hoşlan-mamalannm ve müslümanlann imanlı olmalarından dolayı onlardan gelen eziyet ve hilenin ne önemi kalır? Allah'ın hoşlanmaması ve azabı yamnda zayıf kulların hoşlanmasının ne değeri kalır? Allah’ın ehli kitaba daha kötü daha sapkın ve doğru yoldan daha uzak oldukları hususundaki hükmünün yamnda onların hükmü ne ifade eder:

«işte bunlar mevki bakımından daha fena ve düz yoldan daha sapkındırlar»...

Âyeti ketime Yahudi ve Hıristiyanların uzun tarihleri boyunca lâyık oldukları cezayı arzettikten sonra onların sıfat ve alâmetlerim arzederek müslümanlann nefret etmelerim ve onlarla dostluktan kaçınmalarım temin etmekte ve gizli gizli müslümanlara karşı hazırladıktan tuzaklan açıklayarak, müminlerin uyanık bulunmalarım sağlamaktadır. Çizüen manzara içerisinde Yahudi tipi bütün açıklığıyla ortaya çıkıyor. Çünkü sözü edüen mevzu cereyan eden vakıalarla alâkalı idi. Ve o devrelerde şerrin en muazzam kısmı Yahudüerden gelmekte idi:

61 — Size geldiklerinde «îman ettik» derler. Oysa yanınıza inkârcı olarak girmiş ve yine inkârcı olarak çıkmışlardır. Gizlemekte olduklarını Allah daha iyi bilir.

62 — Onlardan çoğunun günaha, haksızlığa ve haram yemeğe koştuklarını görürsün. Ne kötüdür yaptıkları şeyi

63 — Rabbe kul olanlarla bilginlerin onlara günah söz söylemeyi ve haram yemeyi yasak etmeleri gerekmez miydi? Yaptıkları bu şeyler ne kötüdürl.

64 — Yahudiler: *ABah’ı* eli sxkxd\r, dediler; dediklerinden ötürü elleri bağlansın, lanet olsun onlara. Hayır O'nun iki eli de açıktır, nasıl dilerse öyle sarf eder. And olsun ki, sana Rabbim den indirilen âyetler onların çoğunun azgınlığını ve inkârını artıracaktır. Onların arasına kıyamete kadar sürecek düşmanlık ve kin saldık. Savaş ateşini ne zaman körükleseler Allah onu söndürür. Yeryüzünden bozgunculuğa koşarlar. Allah bozguncuları sevmez.

Bu ibareler gerçekten canlı resimler halinde hareket eden manzaralar sunuyor insana. Kur’an’m kendisine has o biricik ifade metoduna uygun şekilde. Asırların ötesinden bu âyetleri okuyan insan aym manzaraları aynı düşünce şekli ile Kur’an-ı Azîmüşşan’m söz ettiği Yahudi topluluğunu gözleriyle görebilir. Tercihe şayan olan kavle göre bu âyetler Yahudilerden bahsetmektedir. Bu arada Medine-i Münevvere’de o gün bulunmakta olan bir takım münafıklara da uyabilir. Asırların ötesinden insan onların müslümanlann yanına gelerek «inandık» demelerini, kâfirlerin araşma katılıp giriş çıkışlannı gözleriyle görmektedir. Sanki giriş çıkış esnasındaki hareketleri ile dilleriyle söylediklerini inkâr etmektedirler.

Olabilir ki, bu âyetin bahis mevzuu ettiği kimseler, müslü-man saflan arasında fitneler çıkaran ve birbirlerine «gündüzün bu Kurian'a iman edin, akşam üzeri de onu inkâr edin. Olur ki müslümanlarda sizin inkârınızı görerek dînlerinden dönerler»

diyen ve bu kanşıklıkla iğrenç ve kötü oyunlarla müslümanla-rı imanından çıkarmaya çalışan Yahudiler kastedilmiştir.

«Gizlemekte olduklarını Allah daha iyi bilir»...

Allah söylüyor bunu. Ve Allah'ın söylediği gerçeğin ta kendisidir. Daha sonra müminlerin Allah’ın vekâletine güvenmeleri ve düşmanlarının hilelerinden kendilerini koruyacağına ve bu gizli hileyi ilmi ile ihata edeceğine mutmain olmaları için bu gerçekleri söylüyor. Sonra da o hilebazlan; hilelerine son vermeleri için tehdit ediyor.

Âyetin seyri akışına devam ederek onların hareketlerini



1 yorum:


  1. "Ve sizin çoğunuzun fasık oluşunuzdan başka birşey değildir*...

    Onları bu harekete sevkeden sebebin bir bölümü işte bu tanıklıklarıdır. Fasıklık o illete müptela olan insanı doğru yolda olan kimseye karşı istemezliğe sevkeder. Bu husus realitelere tıpatıp uyan psikolojik bir kaidedir. Bunu Kur an âyeti hayretengîz bir şekilde tesbit etmektedir. Doğru yolu yitirmiş olan sapkın kimse doğru yolda yürüyen bir kişiyi görmek istemez/ Zira doğru yolda yürüyen bir kimsenin bulunması ona devamlı olarak fasıklığını ve sapıklığını iş’ar eder. O tıpkı ayakta duran bir şahit gibidir. Ve her an kendisinin fasıklığını ve sapıklığını dile getirmektedir... işte Bûnun için bir fasık doğru bir kimseden hoşlanmaz. nefret eder. Aslında onun doğruluğundan nefret etmektedir.samîmiyetinden hoşlanmamaktadır. Binaenaaleyh onu da kendi yoluna çekmek için var kuvvetiyle çalışır. Bunu temin edemezse temizlemek için elinden geleni yapar.

    YanıtlaSil